Herkesin bir başkasından daha iyi bildiği(!) konuların başında sağlık gelmektedir. Yarım bilginin öldürmeyip de süründüreceği alanların başında da… Velhasıl klasik olarak her işin başı sağlıktır.
Yüzyıllardır insanlar, sağlıklı yaşamanın, hastalıklara şifa bulmanın arayışı içerisinde olmuş ve bunu da dua, büyü, bitki kullanımı gibi ilkel(!) yöntemlere başvurarak asırlar önce sağlamaya çalışmışlardır. Tıp dünyası geliştikçe hastalıklardan korunma, tanı ve tedavi yöntemleri de gelişmiştir. Fakat sizin de fark edeceğiniz üzere bu hikayede ters giden durum, hastalıkların sürekli artıyor olmasıdır. Yapılan açıklamalar ile her sene diyabet, tansiyon, kalp hastalığı, kanserin artacağı yönünde olması şaşırtıcıdır. Sözü bu tezata getirdikten sonra anlatacaklarım hiç de yeni duyacağınız, bilmediğiniz konular olmayacaktır. Aksine, bildiklerinizin sağlık-gıda-ilaç üçgenindeki bağlantısını ortaya koymak şeklinde devam edecektir.
İnsan denen varlığın şifresi çözüleli çok olmuş olsa gerek. Hele pazarlama piyasasında insanların nasıl kandırılacağı, nasıl ele alınacağı apaçık ortadadır. Hasta insan, muhtaç insan yapısı gereği her denilene inanma, her uzatılan eli dost sanmaya meyillidir. Piyasada ortaya atılan tek seferde, tek dozda, tek içişte işe yarayan, ucuz diye tanıtılan mucizevi(?) ürünlerin satışlarını başka bir şekilde açıklayamıyorum. Bir telefon, bir ayakkabı alırken bile günlerce araştıran, soruşturan insan kendisine emanet vücuduna girecek gıdayı, ilacı neden bu kadar önemsemeden, düşünmeden hareket eder diye sormak istiyorum.
Hastalıkların %70-80’inin önlenebilir olduğu, %20’sini ise doğuştan gelen bozukluklar, genetik hastalıklar ve diğerlerinin oluşturduğunu biliyoruz. Genetik yatkınlığı olan hastalıkların ortaya çıkışının büyük oranda çevresel faktörlere bağlı olduğu da bilinmektedir. Tam burada sigara, alkol, radyasyon, kimyasallar ve en önemlisi de GIDA karşımıza çıkmaktadır. Konuyu dallandırıp budaklandırıp da şunu yerseniz kanser bunu yerseniz sağlıklı diye açıklama yapma gafletinde bulunmayacağım.
Önlenebilir hastalıkların başında metabolik rahatsızlıklar dediğimiz kalp-damar hastalıkları, diyabet, tansiyon, yüksek kolesterol hastalığı(!) gibi hastalıklar karşımıza çıkmakta ve bunların da hepsinin GIDA ile ilişkisi bulunmaktadır. Yine hastalıklardan korunmanın en önemli yolları temizlikten geçmektedir. Yemekten önce ve sonra el yıkama, ağız-diş temizliği, vücut temizliği, saç-sakal temizliği, tırnak temizliği, ayak bakımı gibi çeşitli temizlik türleri bulunmaktadır. Bugün dünyada bulaşıcı bir çok hastalığın sebebinin bu basit görülen temizlik kurallarının uygulanmıyor olmasıdır.
Gıda ve temizliğe kısaca değindikten sonra sıra ilaca geldi. Değişik çevreler tarafından farklı şekillerde algılanan ilaca nasıl yaklaşılacağı diğer iki konu gibi uzun bir konudur. Kimileri tamamen uzak durulması gereken zehir gibi yaklaşırken kimileri tamamen şifanın tek kaynağı olarak ilaçları göstermekte ve piyasaya sunmaktadır. Bu tartışmalar bir yana bırakılırsa “İnsan hasta olmadığı müddetçe neden ilaç kullansın ki?” diye sormak istiyorum. Bu sorulara cevap verdikten sonra yazımızın asıl kısmına gelebiliriz.
Yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım dünya düzeninde sağlık, gıda ve ilaç ilşkisi yadsınamaz bir gerçektir. İnsanın ulaşması temel haklarından olan gıda bugün dünyada en spekülatif unsurlardan biri haline gelmiştir. Artan dünya nüfusuna karşı kaynakların tükeneceği korkusunun yaygınlaştırıldığı bu düzende çok miktarda, kısa sürede üretilen, uzun raf ömürlü kalitesiz gıdalar çare olarak sunulmaktadır. Sürekli koşuşturmanın olduğu, tefekküre vakit ve fırsat tanımayan düzenin çarkında ne yenildiğinin giysi kadar önemli olmadığı bir düzenden bahsediyoruz. Kimyasallar ile tatlandırılmış, aroma verilmiş, içeriği zenginleştirilmiş(!) sadece mideye hitap eden gıdalardan bahsediyoruz. Tüm bunların neticesinde insan vücuduna giren ve doğal olmayan, tamamen sentetik bu ürünlerin açtığı hasarlara ikinci bir darbe de “ilaç” olarak sunulmaktadır.
İlaç konusunu tartışan insanların her önüne konulanı yedikten sonra “ilaçlara karşıyız” demesi samimi bir yaklaşım değildir. İnsanlar yediklerinin kaynağına, temizlik-helallik unsuruna dikkat etmedikleri sürece bozulan fıtratına, sıhhatine çözüm olarak sunulan ilaçlara abone olacaktır. Türkiye’nin %30’nun obez, bir bu kadarının da kilolu sınıfında olduğunu not düşerek devam edelim. Bugün binlerce insan özellikle metabolik hastalıklar ile boğuşmakta bir yandan hastalığını tetikleyen, hastalığına sebep olan gıdaları tüketmeye devam ediyorken diğer yandan da gönül rahatlığıyla ilacını alabilmektedir. “Abone sağlık sistemi” diye adlandırdığım bu düzenden rahatsız oluyorlar mı bilmiyorum? Ömürlerinin sonuna kadar ilaç kullanacaklarını duyduklarında akıllarında oluşan düşünceleri ise çok merak ediyorum. Bir insan sağlığını korumadığında, neticesinde hasta olduğunda kendisine ilaç önerildiğinde artık bu ilacı kullanma selahiyetinin kendinde olup olmadığı apayrı bir konudur. Fakat o dereceye gelmeden yapılması gereken her şeyden kendisi sorumludur.
Bir başka açıdan bakıldığında ise %80’ini ithal ettiğimiz ilaçların bu derecede dengesizce tüketilmesi, israf derecesinde harcanması vatandaş olarak bizleri de rahatsız etmelidir. Gerçekten ilaç bekleyen ve pahalı olan ilaçların teminine ayrılması gereken bütçenin önlenebilir hastalıkların tedavisine harcanıyor olması da acı gerçeğimizdir.
Son zamanlarda artan probiyotik satışlarını sorgularken diğer yandan da evde yoğurt, turşu, ekmek, tarhana, konserve, salça yapımını da sorguluyor muyuz? Yine aşı konusunu uzman olmayan ağızlar gündeme getirerek toplumda kafa karışıklığı oluşturuyorken anne sütünün öneminden de bahsediyor musunuz? Yine sigara, uyuşturucu, alkol kullanımın zararlarından bu kullanımların önlenmesi için gereken eğitimlerden bahsediyor musunuz?
Her biri ayrı bir konu olarak ele alınması gereken birkaç konuya değindiğimiz bu yazıda temel olarak önlenebilir hastalıklardan ve bunların gıda ile olan ilişkisinden bahsetmeye çalıştık. Piyasaya çıktığında sağlık çevrelerinden çok finans piyasasının ilgisi çeken ilaçların sağlık ve gıda ile ilişkisinden kısaca bahsetmeye çalıştık. Çözüm ise basit; sağlıklı ve bilinçli beslenme, spor ile sağlıklı bir yaşam ve hastalıklardan uzak bir yaşam ile ilaç abonesi olmamaktır.
Başka bir konuk yazarımızın yazısı da ilginizi çekebilir: Hür düşünmek kutsaldır…
Yunus Emre Hocam, Kenar’a hoşgeldiniz.
Sağlık alanındaki bilgi ve tecrübelerinizi Kenar Yazısı olarak paylaşacağınız için kendi adıma mutluyum. İlk yazınızla bizlere önümüzdeki günlerde nasıl kaliteli yazıları yazacağınızı göstermiş oluyorsuz. Kaleminize sağlık…
Teşekkürler Mehmet Akif. Elimizden geldikçe öğrenmeye ve paylaşmaya çalışacağım.
Ben yediğime içtiğimde dikkat eden biriyim asla hazır gıdalar Fast food ürünleri tüketmiyorum ve gereksiz yere tüketilen antidepresan ilaçları vb şeylerden uzağım spor yapmalı herkes en büyük ilaç spordur bana
Çok iyi yapıyorsunuz. Tebrikler.
Tükettiği her şey konusunda takıntı derecesinde dikkatli biri olarak söylemeliyim ki günümüz dünyasında bilinçli olmanın bedeli ağır. Paketli gıdaların ve ilaçların içerikleri incelendiğinde karınca duası kadar yazılan listelere eklenen maddeler insanı hayrete düşürüyor. Köylerdeki temiz tarım bölgeleri sistematik bir şekilde hibrit tohum ve kimyasal ilaçlarla zehirlendikten sonra çiftçiler şehirlere göç etmeye mecbur edildi. Kalan ziraat alanlarında kısıtlamalar yapıldı derken ithal menşeli ürünlere kaldık. Müslüman sayısının %90’ları bulduğu ülkemizde insanlar sadece yabancı isim gördükleri marka ambalajlarında içeriklere göz atıyor oysa ki her şeyin içinde şaibbeli ürün bulunma riski maalesef ki var. Bu içler acısı durum ilaç sektöründe çok daha vahim boyutlara… Devamını oku »
Haklısınız. Bahsettiğiniz konular sağlık, sosyoloji, tarım, ekonomi ve daha birçok yönden tahlil edilmesi gereken hususlardır. Hayatta “dikkatli” bir yaşam sürmenin mücadelesi her zaman “başıboş bırakildığını” zannederek yaşamaktan daha zor olmuştur. Biliyorum ki piyasa hep şunu ye bunu yeme gibi yönlendirmelerle dolu. Gıda konusunda Kemal Özer hocanın Deccal Tabakta, Müslümanın Diyeti, Yediklerimizin İçinde Ne Var, Şeytan Ye Diyor adlı kitaplarını okumanızı tavsiye edebilirim. Düşüncelerinize yakın açıklamalar bulacağınızı ümid ediyorum. Ayrıca dünya hiç de onların sunduklarının dışında alternatifi olmayan bir yer değil. Sadece bu alternatifleri bizler terk etmişiz ve geri dönüşte zorluklar yaşıyoruz. İlaç konusunda ise mevzuu gerçekten çok uzun. Bizim ayırdığımız… Devamını oku »
Ne yalan söyleyeyim hacamat’ı epey merak ediyorum. Yaptırıp faydasını olduğunu söyleyenler de etkili oldu tabi. Beli bahsettiğin gibi bir kaç hastalığın önlenmesinde etkili olabilir. Bu arada konuyla alakalı değil ama suya atılan Aspirin C gibi basit bir ilaç aylardır depolarda ve eczanelerde yok. Bana da çok lazım. Yurtdışına giden gelen olursa bana bir ulaşsın – vericem parasını hiç değilse bir paket çok iyi olur.. Şu düştüğümüz duruma bak. Öyle kanser ilacı vs de değil. Basit bir Aspirin.
Hacamat yurtdışında cupatheraphy diye bilinen bilimsel temellere dayanan tıbbi bir uygulamadır. Her şeyden önce Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) sünnetidir. Uzmanlık gerektiren bir uygulamadır. Tüm bunlara dikkat edildiğinde şifasında şüphe yoktur. Bildiğim kadarıyla bazı hastanelerde geleneksel ve tamamlayıcı tıp adı altında doktorlar tarafından da yapılmakta, bu konuda doktorlar özel eğitim almaktadır. Piyasada olmayan ilaçlar konusu euro artışına bağlı sorunlarla yakından ilişkilidir. Devlet alacağı ilacı euro kurunu 3’e yakın bir fiyata sabitlemek isteyince böyle sorunlar, piyasada olmayan ilaçlar gündeme geldi. Aspirin C kullanımınızın tıbbi bir nedeni, endikasyonu varsa alternatiflerini ilgili doktorunuzla görüşebilirsiniz. Fakat tamamen kendi fikrinizle kullanıyorsanız dikkatli olmanızı öneririm. gereksiz hiçbir ilaç… Devamını oku »